30 Aralık 2008 Salı

neler oluyor.

kar yağıyor , nina simone çalıyor , penceremde bir kedi uyuyor..

ve "zaman" denilen şey durmak yerine geçiyor , geçiyor ;

geçiriyor..

28 Aralık 2008 Pazar

ve yine dua.

umarım herkes bir gün insan olur.amaçsız , iyi niyetli.komplekssiz.
tek istediği güzel vakit geçirmek olan insanlar olurlar.

olmasalarda beni hayatlarına , oyunlarına , dramlarına alet etmezler işala hiiiç bi zaman..

allaha dua etcem bugün yatarken ,
herkes için.

onun için..onlar için.

senin
ve

benim için..

sessiz.

“sustum,
yakamoz yağdı odama...”

23 Aralık 2008 Salı

dua.

Ey insanoğlu sen ,
Her akşam şu dua ile yat en iyisi ;
"Yar bana bir rüya"
Ve her sabah aynı dua ile uyan..


Emre Yılmaz ,Şeytanın Fısıldadıkarı

22 Aralık 2008 Pazartesi

en uzun gece'ye ithafen.

gece,
bir şarap kokusu..

ruhumun kucağına dökülen çiçekler,
ölen yıldız ve ani rüya..

kentim büyülü,
kentim
sessiz..

gece ;
bakma gözlerime yitik kuş.
uykum ruhundur ,
gözyaşım bedenin..

aynadaki ay ,
haraketsiz..

“kentim uçurum.

kentim ,
sensiz..”

p.e.

22.11.2008 07:07

14 Aralık 2008 Pazar

blaaaaaaaaaaaaa

dişlerimi düşlerime geçirdim bu gece ;

ben oldular....

11 Aralık 2008 Perşembe

ufak bi edit.

aşağıdaki listemde bir değişiklik yapıyorum ve imperial leisure albümünü 2. sıraya koyuyorum.
ida abla 3'e.


imperial leisure yılın grubudur gözümde.

9 Aralık 2008 Salı

A Lot Like Love


hayatımı saçmasapan filmlerin etkilemesi büyük bir hızla devam ediyor.nedeni nedir bilmiyorum ama p.s. i love you'dan sonra bir romantik-dram/komedi filmi daha bişiler değiştirdi düşünce akışımda.ya bazı nedenlerden dolayı gittikçe basitleşen beynimden sebep bunlar ya da son zamanlarda tüm yaptıklarımın beni mahvetmesine izin vermemin üstümde bıraktığı ultra hassasiyetten.ve belkide bunları bile bile yaptığımdan.

herneyse sadece söylemek istedim.izlersenizde keyifli bir zaman gerçiceğiniz kesin gibi.

kağit geminin öyküsü - 1

kumsalda yürüyen adam hemen farketti kıyıya vuran o kağıt parçasını.
neye benziyordu ; sanki bir gemi gibi...içine bişiler karalanmaştı..katları açtı.

okumaya başladı ;

"ve ağlıyor ufuk çizgisi...
ona döneceğimi bekleyerek,
denizler doğuruyor bedensiz...."

anlamsız bir bakış attı ufka doğru.ıslak kağıdı kuma bıraktı.bir kaç dalga vurdu üstüne.

ardından uzaklaştı adam..

kumdan kaleler omuzlarının arkasında yavaş yavaş kayboldular....

7 Aralık 2008 Pazar

Tugay Kerimoğlu

blackburn rovers'ta paul ince'in işine son verilmesi gündemde.yerine souness'ın adı geçmekte.yardımcılığına ise tugay'ı düşünüyolarmış.türk futbol tarihinin en "büyük" 3-5 futbolcusundan biridir tugay kerimoğlu gözümde.canlı olarak izlediğim en büyüğüdür.beşiktaş maçında penaltı atmıyım hocam diyince harcanmıştır bu sebepten fatih terim'den nefret etme sebebidir.ama tabi bencilce düşünmemek lazım iyiki gitti galatasaray'dan çok daha mükemmel bir kariyere ulaştı.ailesi de aynı şekilde süper şartlarda yaşadı.


çok özledim tugay seni....tamam tv'den falan izliyoruz ediyoruz ama bi gs forması altında , milli takım forması altında görmeyi özledim.kameraların karşısında çocuklarınla oynamanı özledim.saha dışındaki karizmanı özledim.kaptanlık bandını özledim.futbolcu olsam giyiceğim numara olan "5" numaralı formanı özledim.

umarım tekik direktör olarakta başarılı olursun.bundan pek şüphem yok zaten.günün birinde gs'nin ya da milli takımın başına gelmen dileğiyle.

amma velakin.

ama bütün bunlarla beraber içimde şapşal bir mutlulukta mevcut.
bildiğin şapşal.ne lan bu halin deseler böyle gülümsücek sadece.şapşal şey.hani hep gitsemde sonra gelirim lan vala bak diyo bir yandan.bazende nereye gityon lan otur kıçının üstüne diyor.hep esiriyimdim ikilemlerin.azını kırdığımının dengesiz ironisi.mutlu(!)yum lan sizle olsun.

kar yağsın artık.

turunsiyah.

bunu sanırım6 sonbahar önce yazdım.ama bugün okuyunca uzun bir aradan sonra bir sonbahar daha aynı şeyleri hissettiğimi ama tek fark olarak artık bu kadar güzel cümleler kuramadığımı , kelimeleri bulamadığımı farkettim.aynı çocuklukta , ve bazen aynı çaresizlikte.

sanırım gerçekten özel bir sonbahardı...
bu da özeti olsun.


-----------------------------------------------------


gözlerim turuncuya aç..
bir şeyler var..özlemlerinde ötesinde..yanındayken bile uzak olmak..üşümüş ellerim..kim farkındaki..

gözlerimi her çevirdiğimde kaçan bir şeyler...uzak...

öyle uzaaaakki..

bazen ; kimse olmasa..gece benim olsa..ve sokaklarda şarkı söyleye söyleye dolaşsam,uyandırmasa ya kimse beni sızdığım o merdiven altında...

aklımı kaybetsem bir süre..karşıma çıkan herkese sarılsam..içimde biriken özlemleri hediye etsem o ufacık kalplere..sonra ruhuma baksalar,
kaçsalar...

uyuduğumda biri seyretse hep beni..öle anlamsız baksaki suratıma,tüm anlamımı alsa istemeden..aniden...

"turuncumudur gerçekten ufuk çizgisi...turunsiyah mıdır arkası...?"

...

rengarenk yağmurda,buğulu camdan sokağı izleyen ufak bir çocuk gibi hissetsem ve dinlesem tüm yaşamı..
ıslak sokaktan sallanarak geçen kendini rüzgara vermiş sapsarı bir yaprağın ruhu olsam...

mutlu olsam....

"zamansız gelen ölümlerim var benim..."
ve ölüm herkesin görmesi gereken bir düş ise,uyku tanrı mıdır......?
...

bulutlar söylese hep bana önceden , ne zaman yağmur yağacağını..ve ben dans ayakkabılarımı hazırlasam bir kenara..rüzgar sarılsa belime ve anlamsız bir dans olsak gözlerde...

düşlerim söyleseler ne zaman gelecekler ve ne zaman gidecekler...
ve ben içine girmeye çalıştığım masalları bir deftere yazsam sonra anlatsam herkese..

düşler gelirken pencereden...
ve giderken...

ben hep
gitsem,

gelmesem....



p.e.
00.00.0000 00:00

5 Aralık 2008 Cuma

Zooey & Pozy


gördüğünüz üzere adeta birbirimiz için yaratılmışız..


4 Aralık 2008 Perşembe

Bir Replik.

Man will always be man.
There is no new man.
We tried so hard to createa society that was equal , where there'd be nothing to envy your neighbor.
But there's always something to envy.
A smile...Friendship.
Something you don't have and want to appropriate.
In this world...Even a Soviet one...
There will always be rich and poor.
Rich in gifts...Poor in gifts.
Rich in love...
Poor in love.

Commisar Danilov , Enemy At The Gates

2 Aralık 2008 Salı

Imperial Leisure - The art of Saying Nothing


Müthiş grup Imperial Leisure 'un debut albümü en sonunda çıktı.Rap , Ska ve Punk severlerin kaçırmaması gereken çok güzel bir albüm olmuş.Aşağıda albümün track listi , rapidshare linki ve Reset! dergisinde haklarında yazdığım keşif yazısının linki mevcut.Kaçmaz.
1. Untouchable 2:55
2. Man On The Street 3:03
3. In A Letter 3:16
4. Jenny 2:54
5. The Beast 2:11
6. Alperton 4:09
7. Beer Belly 2:45
8. The Landlord's Daughter 2:35
9. Great British Summertime 3:06
10. First Pass The Pump 3:42
11. King Of Kings 3:25
12. Sombrero 2:19
Bu da grup hakkında ön bilgi edinmeniz için keşif yazımın linki ;

Reset! Magazine.


Yeni sayısı henüz bugün çıkmış olan ve 1 yıldır 15 günlük periyodlar ile hayatına devam eden internet dergimiz Reset! 'in reklamını yapma zamanı geldi sanırım.
Daha önce Sobermag olan ismi bazı ayrılıklar sonrası Reset! olarak değişti.1 yıldır alternatif ve bağımsız kültür hakkında atıp tutmakta olan dergimiz gerçekten belli bir seviyeye gelmiş durumda.Her sayı yeni albüm tanıtımları , grup keşifleri , sinema kritikleri , moda hakkında yazılar , belli konulardaki dosyalar ve yerli yabancı kişilerle yapılmış röportajlar ile fazlasıyla ilgiyi hakeden bir dergi.1 yıldır hiç ara vermeden geniş bir içerikle devam etmekte.
Kesinlikle bir göz gezdirin , muhakkak ilginizi çeken birşeylere rastlıcaksınız.
Aşağıda girdiğim son 3 başlık dergideki bazı yazılarımdan alıntıdır.

Dega Breaks.



Hepimiz biliyoruz ki Britanya’da o sırada aynı umumi tuvalete girmiş 4 genç bile “hadi grup kuralım” diyor ve her gün yeni isimler çıkıyor.Ama asıl garip olan , neredeyse hepsinin bir şekilde güzel parçalar üretmesi ve sonucunda bir albüm çıkarması oluyor.Pek tabi ki bazıları “one hit wonder” , bazıları tek albümlük gruplar oluyor.Birazda olsun bu nedenden Ada’da sık sık sorulan bir soru vardır ;
“Who is the next big thing?”
Çoğunlukla gençler bu sorunun ironik mizahını yaparlar ( genelde bunun için bir ünlem işareti yeterlidir ) , medya ciddiye alır , dergilerde anketler düzenlenir , cdler verilir , net ortamlarında hararetli tartışmalar yaşanır.
Kendime bu soruyu sorarak konumuza dönmek istiyorum , çünkü cevabım ; Dega Breaks.

İstanbul’da yaşayan ve şu sıralar bütün mekanları ele geçiren elektronik müzikten pek de haz etmeyen bir insan olarak sıklıkla internet ortamlarında çıktığım gitar grupları keşif gezilerimden birinde denk geldiğim bir isim Dega Breaks.İlk single’ları olan “Wake Up” ‘ı dinlediğim an vuruldum diyebilirim.Yazıyı fazla kişiselleştirmeden grup hakkında bilgi vermeye devam edeyim.

Vokal ve gitarda Dominic Otero , klavye ve gitarda Gavin Bilbe , bass gitarda Eann Bilbe ve davulda Alex Sabga’dan oluşan Londra’lı dörtlü 3 yıl önce bir araya geldi.Konser maceralarıyla işe başlayan grup ; NME’de ufak birkaç haber , internet ortamlarında “next big thing” yakıştırmaları ve myspace’lerinden yayınladıkları diğer parçalar derken ilk singleları “Wake Up” ‘ı yayınladı.Bu şarkıyla hatırı sayılır radyo X-Fm ‘in playlistin’de dönmeye başlamasıyla adından sıklıkla söz ettirir hale gelen Dega Breaks taa buralarda bizim de dikkatimizi çekmeyi başardı.

Güçlü gitar melodileri ve gerekten çok etkili kullanılmış klavyeler ile Dega Breaks sizi bir anda yakalıyor.Pek sevmediğim bir yöntem olan ama bazen insanlara önermek için kullanıldığında işe yarayan “benzetme” yöntemine başvurmak gerekirse ; Bloc Party ,VHS or Beta , Editors ve birkaç the ‘lı grup dinleyen bir çok kişi Dega Breaks’den de mutlak suretle keyif alacaktır. Kendileri myspace’de sounds like kısmında şunları yazmışlar ;
“Black and White Disco Punk , funk skag attacking the senses and bruised chords all over the place.Thinking Blondie , The Cure , Depeche Mode and Whitey etc. “

Eğer Ada’da yıllardır gerçekten bir New “New Wave” varsa Dega Breaks mütevazı bir temsilcisi kanımca.Her şarkısında sizi yakalayan bir şeyler var ve bunlar yerinizde duramamanızı sağlayacak türden. Wake up , Bedroom Divas , All Night , The Looking Glass , Relax ; hepsine my space , youtube v.b. yerlerden ulaşmanız ve dinlemeniz mümkün.Şu an için Dega Breaks ‘in elinde baştan sona sıkılmadan dinleyebileceğimiz kalitede bir albüme imza atacak kadar kayıt var.2 single yayınlayan grubun albümünü heyecanla beklemeniz için inanın bir çok neden var.

Mart ayında yayınladıkları ikinci muhteşem singleları olan “All Night” ‘a ufacık bir tuvaletle hoş bir video çeken grup belki de tanıştıkları güne bir gönderme yapıyorlardır.Neredeyse her gün konserler veren ve yavaş yavaş büyük dergilerin büyük sayfalarının ufak köşelerinden sıyrılmaya hızla devam eden Dega Breaks’e bir şans tanımanızı ve takipte olmanızı şiddetle öneriyorum.

www.myspace.com/degabreaks

Güneşin Oğlu.

Bu sinema yazısı Reset! Magazine'in geçen sayısında yayınlanan bir yazım.Bloguma da koymak istedim.Baştan söliyim berbat bir film.



Empati kurmak benim için her zaman Dünya’daki bütün kaosun çözümü gibi gelmiştir en basit anlatımıyla.İnsanlar kendilerini başkalarının yerine koyabildiğinde ve annemin her zaman söylediği gibi “kendine yapılmasından hoşlanmadığın bir şeyi başkasına yapma” fikrini benimsediğinde Dünya’nın her zaman daha anlayışlı , insanların ve toplumların çok daha huzurlu bir şekilde yaşayacağını düşünmüşümdür hep.Onur Ünlü 3. uzun metrajlı çalışması olan “Güneşin Oğlu” filminde bence empatinin bir kaç level üstünü düşünüp bunu anlatmaya çalışmış ; sadece düşünce olarak değil tamamen bir başkası olsaydık nasıl olurdu sorusunu sormuş kendine.Ve vardığı ya da varmak istediği nokta empatinin kibirle olan savaşı olmuş.Kibir , sahte hayatlar , bitmeyen istekler , gerçeklik ve ölüm.Tabi bu fikirlerle yola çıkıpta senaryoyu sadece 9 günde yazıp ardından 10 günde filmi çekmiş olmak pratikte işlerin istediğiniz gibi olmayacağanında bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Filmin konusuna gelecek olursak , 14.000 yılın ardından Dünya’da en net güneş tutulması yaşanmaktadır ve güneş tutulmasıyla birlikte Köksal Engür’ün oynadığı Fikret karakteri kontrolsüz bir doğa üstü güce kavuşur ; artık ruhu sürekli bedenden bedene geçmektedir.Türk Sinemasına göre oldukça farklı bir konu olduğu kesin bir gerçek ve cesurca bir seçim.Ama ne yazıkki bahsettiğimiz şey nihayetinde sinema olunca bunu yapabilmek iyi bir fikirden , iyi bir sunumdan ya da iyi oyunculardan daha çok konuyu işleyiş şeklinize , kurguya , senaryoya ve insanlara hitabına dayanıyor.En azından bilinçli beklentilere sahip sinemasever kitle bunu bekliyor.Ve ne yazıkki Onur Ünlü’nün röportajlarında dediğininde aksine iyi bir mesaja ve alt metne dayanıyor.Heleki böyle iddalı bir hikayeyle yola çıkıldığında bence insanlar mavra -komedi değilde dramatik öğeler de içeren bir kara komedi görmek istiyorlar.Tabikide Onur Ünlü ne yapmak istiyorsa onu yapmıştır ama ben bir film hakkında yazı yazarken yönetmenin gözlüğünden değil kendimin ve sinemanın gözünden bakmak durumundayım.Yoksa zaten kendi anladığımı değilde anlatılanı aynı şekilde anlatsam bir sinema yazısının ne gibi değeri kalabilirki.Yönetmenler kendi filmlerinin kritiğini yazar bizler de onları okuruz olur biter.

Hikayesi güçlü ama senaryo olarak oldukça zayıf olan film Fikret ve Kurban’ın didaktik konuşmaları ile ısrarla aradığımız alt metni kurtarmaya çalışırken gereksiz uzatma nedeniyle seyirciyi sıkmaktan öteye gidemiyor.Bir de gökbilimci ile Kurban karakterinin olayları çözerken bir diyalogları varki hiç bir sürükleyeciliğe sahip değil ve insanı bitsin artık anladık serzeneşinde bulunduruyor.Bunlar gereksiz yere filmin büyük bir kısmını kaplıyor ama bu sıkıcı kısımların dışında film oldukça haraketli bir kurguya sahip.Filmde bol bol silah görüyoruz ve bunlardan bazıları sadece hikaye otursun diye silah taşıyorlar.Tamam mekan Cihangir ama bayan bir üniversite öğrencisinin çantasında da bir silah olması oldukça zoraki geliyor insana.

Film küfrü argoyu sevenler için ve fazla düşünmeden gülmek isteyenler için komik sayılabilir gerçektende.Ama değinmeden geçemiyeceğim bir konu kesinlikle küfür konusu.Gereksiz yere bir çok küfür var filmde.Tamam küfür sinemada yeni trendimiz anlıyorumda bir limit bir karar kıvam çok daha güldürücü olacaktır bence.Ayrıca izlediğim salonda her küfre at gibi kahkaha atan kızlı erkekli genç bir kitle vardı bu da filmdeki küfürlere ekstra sinir olmamı sağlamış olabilir.Ama bir yandanda insanların artık sadece küfüre gülmesi , bunun için Türk filmlerini tercih etmesi ve bu filmde de bolca bulunan ince esprileri ufak bir sırıtmayla geçiştirmesi hatta anlamaması oldukça can sıkıcı bir durum.

Oyunculara bakacak olursak hepsi gerçekten çok büyük isimler ve yetenekleri tartışılmaz.Haluk Bilginer , Köksal Engür , Bülent Emin Yarar , Hümeyra , Özgü Namal gerçekten döktürüyolarlar.Ama bütün bunlar bu filme çok fazla bir artı getirmiyor.Nedeni ise bu oyuncuların zaten her zaman döktürüyor olmasından kaynaklanıyor.Hiç biri bu filmle varolmadılar ya da yönetmenin yardımıyla böyle iyi bir performansa ulaşmış değiller.Onur Ünlü oyuncular açısından oldukça şanslı.Ama ben bu başarılı oyuncuların bence gişede de büyük başarı göstermeyeceğini düşündüğüm bu filmde neden oynadıklarını merak etmekteyim.Filmdeki bitmemişlik hissi mekanlara ve diyaloglara yayılmış durumda.Bu büyük oyuncuları tv dizisi gibi mekanlarda ucuz diyaloglar içinde görünce biraz garip hissettim diyebilirim.Filmde Bülent Emin Yarar performans açısından diğer tüm oyunculardan bir adım önde kesinlikle.Köksal Engür’ün o çocukluğumuzdan beri kulağımıza yabancı olmayan ses tonu da film içerisinde duydukça sizi kilitleyenlerden biri.Özgü Namal’ın saç kesimi ise kimin tercihi bilmiyorum ama gerçekten harika.Haluk Bilginer bildiğimiz Haluk Bilginer.Göründüğü her yerde karizmasıyla , enerjisiyle sahnenin hakimi oluyor.

Nihayetinde Güneşin Oğlu benim şahsi olarak beğenmediğim oldukça eksik ve bitmemiş bulduğum bir film.Kibir , Empati , Ölüm , Sahte Karakterler , Gerçeklerden kaçmak , Kendinden kaçmak gibi konulardan biraz daha basetseydi ve dramatik öğeleri daha fazla olsaydı yani eldeki hikaye komedi değilde kara-komedi bir dram olarak uygulansaydı sanırım daha çok beğenirdim. Ama tüm bunlara rağmen Onur Ünlü’nün cesareti , farklı hikayesi , edepsizlik dışında güdüren mavrasıyla ve oyuncularıyla soru işaretleriyle işi olmayan kafaların hoş vakit geçirmesini bir ihtimal sağlayabilir.Ama Ekim ve Kasım aylarında adeta Türk Filmi yağmuruna tutulan salonlarımızda kesinlikle ilk tercihiniz olmamalı demeden de geçemeyeceğim.

4 / 10

Kids Records.

The Whip , The Wombats , New Aducation , Band of Horses gibi gruplarla çalışmış olan Adalı bağımsız plak şirketi Kids Records ‘dan 3 adet grup tanıtmak istiyorum sizlere.Bu sefer gazinocu tarafımla böyle potpuri şeklinde bir yazı yazmak istedim , bunda bu kayda değer gruplar hakkında çok detaylı bilgilere ulaşamamın etkiside mevcut tabikide.Kids Records gerçektende kaliteli isimlere destek vermeye devam ediyor , temennim bu plak şirketini arada bir takip etmeniz yönünde.

http://www.kidsthelabel.co.uk/
www.myspace.com/kidsrecords


Kyte

Öncelikle Kyte’dan başlamak istiyorum.Kyte biri bayan beş kişiden oluşan Leicestershire’lı bir ambient pop topluluğu efendim.Deneysel öğelerde içeren huzur dolu parçalarında Sigur Ros ve Mogwai etkileşimi bolca görünmekle beraber kendilerine özgü havayıda şarkılarında hissedilen serin ve donuk etkiyle yakalamış durumdalar.

Deneysel takılan ambient grupların vazgeçemediği bebek oyuncaklarından çıkmışa benzeyen çın çın çın sesleri ve derinden gelen efektli vokaller şarkılarda bolcana mevcut.Klavyenin ve piyanonun etkili kullanımı da deneysel bir ambient parçanın olmazsa olmazlarından olduğu için Kyte’da bolca kullanmış bunları.Ama dediğim gibi daha önce onlarca benzerini dinlediğimiz grupların içinden bir şekilde sıyrılmayı başarıyor Kyte ve kesinlikle dinlenmeyi hakediyor.

1 Aralıkta çıkacak olan Two Sparks, Two Stars EP ‘leriyle birlikte toplamda iki Ep bir de mini albüme imza atmış olacak olan ve şu anda ufak bir Avrupa turnesinde olan Kyte tatlı tatlı esen deneysel müzikten hoşlananlar için ufak bir hazine değerinde olabilir.

www.myspace.com/kyteband



Assembly Now

Londra’lı 4 lü Assembly Now bir kaç şarkısından görebildiğim kadarıyla başarılı indie pop/rock parçaları üretmekte olan bir isim.Öncelikle Myspace’lerinden ulaştığımız “In Magnetic” isimli parça hem bize grubun soundu hakkında yeterli bilgiyi veriyor hemde çok başarılı bir parça olarak karşımıza çıkıyor.

Diğer parça Graphs Maps and Trees ise grubun yakın zamanda çıkan son singleı.Parçanın offical videosu da mevcut.Bunlar dışında sitelerinden ulaşabileceğiniz 4 parça daha bulunuyor.Grubun vokalleri gerçekten çok başarılı.Klasik ingiliz gitar gruplarına benzerliği ne yazıkki kaçınılmaz.Biraz daha hararetli Maximo Park tadı aldım ben kendilerinden.Oturmuş bir sound ve kaliteli kayıtlarıyla öne çıkan grup ilerde nekadar başarılı olur bilemicem ama şu sıra tadını çıkarmakta fayda var.

www.myspace.com/assemblynow



Blah Blah Blah

İşte haklarında en az bilgiye ulaşabildiğim isim Blah Blah Blah.Myspace’lerinde sadece bir şarkıları mevcut o da “Have No Fear”.Bu tek parçayla bile inanın beni etkilemeyi başardı bu 3lü.Ayrıca “Death to the Indie Disco” isimli parçalarına youtube ‘dan ulaşmak mümkün.Ama konser çekimi olan bu kayıt çokda temiz değil takdir ettiğiniz üzere.Yinede azda olsa fikir sahibi olmanızı sağlıyor bu eğlenceli grup hakkında.

Daha çok erkende olsa bu grup bende hoş bir etki bıraktı ve merak uyandırdı.Takipte olacam size de bunu öneririm.

www.myspace.com/blahblahblahandfriends

25 Kasım 2008 Salı

The IT Crowd Sezon 3


dünyanın en güzel haberlerinden birini dün akşam itibari ile almış bulunmaktayım.sitcom tarihinde 2 sezon ve toplamda 12 bölüm ile kült olabilmiş ve bu 12 bölümle 70 bölüm how i met your mother'dan toplamda daha çok güldürmüş olan ingiliz komedisi the it crowd tam 1 yıl aradan sonra 3. sezonu ile sessiz sedasız geri döndü.amerikan versiyonun çekimlerine başlandığını biliyorduk.hatta bu versiyonda da orjinalindeki moss karakterini canlandıran richard ayoade aynı rolde karşımıza çıkıcaktı.ama roy ve mükemmel aksanlı jen olmadan dizinin başarılı olamıyacağınıda biliyorduk.pilot bölümü çekilmişti amerika'da ama hiç bir zaman oynamadı.ardından ingiliz ekibin tekrar toplanması ile dizi 3. sezonuyla geçen hafta geri döndü.sezon yine 6 bölümden oluşacakmış şu an için.ama tek temennimiz 73 bölüm sürmesi falan.
3. sezon ilk bölüm nete düşmüş durumda.tr. altyazısıda mevcut.
hiç izlemediysenizde ilk 2 sezonu edinip izlemenizi şiddetle öneriyorum.bulamazsanız bende var ; isteyenin bir yüzü kara vermeyen richard ayoade.


17 Kasım 2008 Pazartesi

ps : guess what ?




çok nadirde olsa bazı şeyler başımıza tam zamanında gelir.bu filmi izlememde benim için öyle oldu.hatta hemen altta filmi izlemeden önce yazdığım şey daha da anlam kazandı.bir kaç saat içinde bir insanın düşünce akışı ancak bu kadar değişir.2 insanın yardımı ; biri bana bugün sadece bir kaç cümle söyledi , biri de bir kaç gün önce şansa bu filmi önerdi.
teşekürler.

nerede..?

orada bir yerde bekliyorsun di mi..?

ya da orda bir yerde düşünüyorsun belkide :

" orada bir yerde bekliyorsun di mi..? "

diye.



10 Kasım 2008 Pazartesi

...

hiç tanımadığın , gözüne bakmadığın , koklamadığın insanlar vardır ama hani yine de özlediğin..bu dünyadadır ya da başka bir yerdedir.nerde olduğunu bilirsin ya da bilmezsin.senin onu özlediğini bilir ya da bilmez.senin yaşama nedenindir belki , halen kendin olarak yaşayabilme nedenindir.seni yok etmek , nefesini ve sesini kesmek isteyenlerin bunu tek yapamama nedenidir.
gururundur , örneğindir , başarıdır , başarındır , cesaretindir , vatandır , canını vericeğin "vatan"ındır..

anandır , babandır , kardeşindir..

mustafa kemal'dir..

sonsuzdur..

6 Kasım 2008 Perşembe

the black heart procession - in a tin flask



böyle bir şarkı var.ben her dinlediğimde aşağıdaki diyaloğu yaşamaya daha fazla yaklaşıyorum.dinlemeyin , dinletmeyin.ruha zarar ziyan.çoluk çocuk duyar körpecik yüreklerine yazık hem anamız var bacımız var ortamda yani , ayıp lan !



- alo buyrun
- alo merhaba , cami mi orası ?
- evet buyrun
- beni yarın öğlene tekabülen kaldırabilir misiniz acaba ?
- !!??
- orda mısınız ?
- evet , ne diyorsunuz siz ya ?
- beyefendi yer ayırtıyorum , ölücemde yarın öğlene geç olmadan kokmadan etmeden kaldırır mısınız beni diyorum
- e iyi madem olur , isim soyad alıyım
- pozan erten ben
- kaç kişi katılıcak cenazenize acaba ?
- valla net bir rakam söliyemem ama öyle acilen ölücem acilen kalkıcak falan çok kişi olmaz
- hmm çelenk falan istermiydiniz
- bir beyaz lale koysunlar tabuta yeterli.ha bir de varsa galatasaray bayrağı istiyorum.
- hay hay efendim.
- çok teşekürler , kaç gibi öliyimde geliyim ben.
- 12:30'a kadar ölmüş , yıkanmış ve tabuta konmuş olun lütfen.
- e siz yıkamıcakmısınız beni
- tabi efendim yıkarız yalnız ek ücrete tabidir
- valla param pek yok.lost , heroes , prison break falan veriyim dvdye yazıp izlersiniz olmaz mı
- LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYİL AZİM !!
- teşekür ederim dualarınız için ben öldüktan sonraya da saklayın lütfen biraz.
*çat
- hey allam kapadı , aman camimi yok başka hayret bişi.

4 Kasım 2008 Salı

the man from earth



eski fantastic voyage serisinin ve filminin yazarı ayrıca alacakaranlık kuşağı ve star trek için bölümler de yazmış Jerome Bixby tarafından yazılan hiper ötesi güzel bir hikayenin filmidir kendisi.pek bilinmez.ama herkezin izlemesi gereken 2007 yılı yapımı bir bilim-kurgu / dram 'dır.ülkemizde hiç bir festivalde falan oynamadığı için gençlerimizin gözünden kaçmıştır.yoksa muhakkak en sevdikleri filmlerden biri olup kopya dvdsi bilimum öğrenci evinin rafını süslemekte olacaktı.
film john oldman isimli kişinin evinde toplanmış bir kaç üniversite görevlisinin arasındaki muhabbetten ibaret.amma velakin john oldman 'ın "hacı inanmazsanız ama 14.000 yaşındayım" demesiyle saatlerce sürmesini istediğiniz bir sohbet başlıyor.ne yazıkki film bir buçuk saat sürüyor.kime izlettiysem keşke en az 5 saat sürseydi dedi.
fragmanını hiç aramayın , filmden resimlere falan bakmayın , imdb'ye girip acaba kimler oynamış diye de incelemeyin.çünkü bunlar inanın hiç bir anlam ifade etmiyecektir.
sadece bir şekilde edinin ve izleyin.
bulamazsanız benden isteyin veriyim bir kopya ayıp ettiniz.

3 Kasım 2008 Pazartesi

zooey deschanel..

sen insansan biz neyizki ?

güneşi hiç göremeden ,

oynadığım bir oyundu.

1 Kasım 2008 Cumartesi

houston , i'm fine.

blogumun tepesindeki resimdeki astronot olsam o manzarayı izlerken aklımdan geçen şu olurdu kesinlikle ,

"lan resmen boğularak ölücem of ya."

siktiğimin gece hayatı.

amaçsız.

30 Ekim 2008 Perşembe

last night a poetry saved my life

bu şiiri ya da herneyseyi yazdım ; yazdımki hayatım kurtulsun.

saol klavye , saol kelime , saol cümle ve saol sen.balık için teşekkürler..

k

bir nokta..
o gece , bakakaldı ufka.

kayboluşun sakin krallığı..bir meleğin yıldız bahçesi..
midyelerin soğuk elleri.

bir tutam huzur ,
gülümserken
parça parça döküldü eteklerine.

boyutsuz bir gezegenin tek çemberi.

her gece
ve her gece
ve
her gece..döndü..döndü..döndü...

düş
tü...

"en başa."

bir harf ve bir nokta ;
o gece , bakakaldı ufka.

9 Ekim 2008 Perşembe

zamanı unuttum.


az önce öylecene mönitöre bakarken bir anda zamanı unuttum.perdeme baktım dışarıdan gelen ışığı süzdüm.odamın hemen önündeki ayva ağacının yapraklarının gölgesini camıma yansıtan penceremin üstünde duran bahçe lambasımıydı yoksa güneşmiydi.evde birisi varmıydı ? annem komşuyamı gitmişti yoksa uyuyormuydu ? dikiş mi dikiyordu yoksa ? babam bakkalın orda tavla oynayıp çay mı içiyordu yoksa annemin yanında yatıyormuydu horlayarak.ablam gelmedi aklıma ama , sanırım zaten her zaman uyuduğu içindir.


az sonra uyuyacakmıydım yoksa az önce mi uyanmıştım..


bütün bunları düşünmem sadece 1 saniye sürdü.ama gerçekten unutmuştum...

ilk kez başıma böyle bir şey geldi.beynim bu sefer böyle bir oyun seçti.uzun zamandır daha iyisini yapmamıştım diye de sevinmiştir eminim.


bunun hakkında saatlerce ve satırlarca bir şeyler yazabilirim hatta yazmalıyım sanırım ama gerçekten yapamıyorum artık , içimde bir yerde bunu yapabilceğimi bildiğim halde , emin olduğumu düşündüğüm halde yapamıyorum..bu da uğruna saatlerce bir şeyler söylemem anlatmam gereken başka bir konu..neyse..
ve o "an"ı da unutmadan buraya not etsem iyi olacak sanırım.


" 09 Ekim 2008 - 04:50 "

29 Eylül 2008 Pazartesi

She & Him - Volume One


Dünyada en hayran olduğum insan olan Zooey Deschanel başka bir yazının konusu efendim.İlk paylaşmak istediğim albüm Zooey'nin M.Ward kişisiyle kurduğu grubu She&Him 'in debut albümü Volume One.İndie-Folk severlere ve aslında herkeze şiddetle tavsiye ediyorum.Albüm hakkında yazdığım kritiği Reset! Magazine'in haftaya çıkacak olan yeni sayısında okuyabilirsiniz.




Neden "Kağıt Gemi" ?


bugünlerde herhalde en çok düşündüğüm şey çocukluğum..umarsızlıkla kutsanmış çocukluğum.

o günlerden hatırladığım ve özlediğim , bir kez daha yaşayamayacağımı bildiğim o kadar çok şey varki ve tüm bunlar tamamen başka bir kişisel iç devinimin konusu.ve o günlerle ilgili şu anda da yaşatabileceğim şeylerin sayısı o kadar azki.

şu "an"la en çok bağ kurabildiğim nesne , bir kağıt gemi.


bir kere katlanarak yapılmış bir nesne.büyüdükçe içe doğru katlanan ben gibi.belki biz gibi.tek farkımız o son kağıdı açma haraketinden sonra bile hiç bir şekle benzemeyecek olmamız.çok naif bir nesne.ama tüm bu naifliğine ve sadece kare bir kağıttan yapılmış olmasına rağmen bazen saatlerce su üstünde kalabilen dalgalarla yol alabilen bir nesne kendisi.ıslandıkça dahada güçleşir yol alması.büyüdükçe dahada kırılganlaşan ama ironik bir şekilde karşısındaki hayat daha da zorlaşan biz gibi.yapımı kağıttan yaptığımız diğer nesnelere göre basittir.bu huyuyla zora gelemeyen bizleri çok sevindirir.


hepsinden önemlisi nihayetinde bir gemidir kendisi ve üstünde her zaman bir şeyler taşır.bir düşünce , bir his ya da bir kaç kelime.o "an"ı alır ve bir diğer "an"a taşır.

paylaşır..


paylaşmak.

niye buradayım , niye yazıyorum , niye kendimden ya da düşündüklerimden bahsedicem , niye buraya bazen bir müzik albümü koyacam , niye buraya müzik&sinema&dizi hakkında bişiler karalıcam , niye belki yakında bir radyo programı yapıcam kendi çapımda ve burdan yayınlıcam ;


ve niye bir kağıttan gemiye bindim.. ?


sadece paylaştıkça çocukluğumun kutsanmış umursamazlığında batıp ya da batmayacağımı bilmemek olmanın çekiciliği yüzünden..